Pandemi Panzehiri: Bölüm 1

Güç’te büyük bir dalgalanma hissediyorum

Obi-Wan Kenobi

Bir Jedi şövalyesi değiliz ama sistemde dalgalanma olduğunun pek çoğumuz farkındayız. Pandemi günlerinde türlü türlü hallere girip çıkıyoruz, bir kısmı bilinçli bir kısmı değil… İlk zamanlarda yoğun bir şekilde bastıran korku dalgalanmalarını bilgi kirliliğiyle besledik, ardından da bütün bu bilgilerle ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimizden midir bilinmez distopik senaryolara dayadık sırtımızı ve böylece kaygılarımız kar topu gibi büyüdükçe büyüdü. Sokağa çıkabilir miyiz, çıkarsak ansızın biri yüzümüze öksürür mü ya da virüslerle kaynayan bir yere yanlışlıkla değiverir de sonra da farkında bile olmadan kendi elimizle sonumuzu hazırlarcasına yüzümüze, ağzımıza bulaştırır ve böylece sonu gelmez öksürükler, kusmalarla yüksek ateş ve belki de dehşetli baş ağrıları içinde nefes alma zorluğu çekerek ölüp gidiverirsek… Başka bir olumsuz senaryoya göre de dükkanlar yağmalanıverirse, aç kalırsak, ilaç ve hatta kolonya bulamadığımız için onca sakınmanın ardından enfekte olursak…

Peki tüm bu saydıklarımızın içinde doğruluk payı yok mu, bizler affallamış bir şekilde  sadece olumsuz senaryolara odaklanıp gerçeği göremiyor muyuz? Bunların içinde tabii ki olasılığı yüksek olanlar var ve hatta daha da farklı olanlar da var, örneğin birçok kesimin “bu virüs herkesi eşitledi” avuntusunun arkasında kapkara gerçekler var.

Virüs kimseyi eşitlemiyor, sadece herkese kolaylıkla ulaşabiliyor!

Mavi yakalıya, eczacıya, öğretmene erişebildiği gibi İngiltere Başbakanı’na, ünlü oyunculara, sporculara da erişebiliyor. Ekmek parasını kazanmak, kirasını, borcunu ödemek için etrafta dolanan onca olumsuz senaryoya karşın, tüm korkularının ötesine geçerek dışarı çıkıp çalışmak zorunda olanlarla, evde maaşının her nasılsa ay sonunda hesabına yatacağının iç huzuruyla kalabilenleri eşitlemedi virüs. Bu beklentiyi virüsten ziyade çok daha uzun zaman önce bambaşka şeylerden beklemesi ve hatta takipçisi olup peşine düşmesi gereken insanoğlu, şimdi tüm vurdumduymazlıklarının kurnazlığıyla ufacık bir şeyden, virüsten medet umuyor. Ellerini birbirine kenetlemiş, sevinç ve umutla karışık bir dua edercesine “Artık hepimiz eşit mi oluvereceğiz ?! Ne hoş olur!” diye geçiriyor içinden. Bunu yaparken de aslında zaten hiç çıkamamış olduğu “sorumluluğu üstünden atma döngüsü”ne takılıp kalarak bahaneyi hep dış koşullara atmanın yüzeysel hafifliğiyle yaşayıp gitmeyi amaçlıyor. Bahsettiğimiz o kapkara gerçeklerde sosyoekonomik olarak güçlü olamayanlar, korkularının ötesine geçip evlerinden dışarı adım atarken belki de içlerinde fırtınalar koparak bir bakıma ölümle de yüzleştiler.

Gerçekten korktuğumuz şey nedir?

Önceki salgınlara göre (veba, kuş gribi, domuz gribi vb.) neden daha çok korkuyoruz?

Öncelikle ufak bir bilgi vermekte yarar var.

Korku ile kaygı aynı şey değil!

Kaygı, belirli bir nesneye, somut bir objeye veya duruma yönelik değildir. Olma olasılığı olan ancak o anda gerçekten var olmayan şeylere yöneliktir ve belki de yaşamın kontrolünün bizde olmamasının bir şeylere yansıtılmasıdır.

Korku ise somut bir nesneye, duruma yöneliktir. Kaygılarımızdan kurtulmamak için daha çok haber, daha çok bilgi, daha çok tüketim der  ve böylece zihnimizi nefes alacak delik bırakmayıncaya kadar dolurup sıkışıp kalabiliriz. Kısacası aslında insan, kaygılı bir varlıktır, ancak tabii her şeyde olduğu gibi bunda da dengeler şaştığında yani kaygı/endişe üst düzeylere çıktığında kendimizi depresyonda buluverebiliriz.

Buluveririz de bu başka bir çeşidini yaşamamıza da engel olmaz; kendini gerçekleştiren kehanet!

Kendimize durmadan ya işimi kaybedersem, ya aldatılırsam ya başarısız olursam ya hastalanırsam diye diye kendimizi olumsuz beklentilerin içinde kaybedip davranışlarımızı bunun olması yönünde sinsice etkiler ve kaygımızı gerçeğimiz haline dönüştürüverebiliriz.

“Korkuyorlar Robeson

şafaktan korkuyorlar,

görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar

yağmurda çırçıplak yıkanır gibi ağlamaktan,

sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar.

Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhad gibi sevmekten

(Sizin de bir Ferhad’ınız vardır, elbet Robeson, adı ne?)

tohumdan ve topraktan korkuyorlar,

akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar.

ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli

sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine

ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten,

korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam

türkülerimizden korkuyorlar Robeson.”

Nazım Hikmet

1949

“Ve şimdi gelelim coronanın faydalarına!” diyor, tüm bunların neden olduğunun ötesine geçip neler yapabileceğimizi araştıracağımız yazımızda buluşmak üzere virgülü koyuyoruz.

Leave a Reply