There must be a link between finding the right job and being successful! — Başarının doğru işi bulmakla bir ilgisi olmalı!
sHR. Note: sHR. family’s newcomer intern Sinan Reis emphasizes sHR’s “right person for the right job” motto in this sincere and fluent story based on his one-week internship experience and observations in our business environment. The cliches are not applicable to sHR. As sHR., we believe that everyone can feed and improve each other regardless of age, experience & education. Therefore, this article written by Sinan, pointing out the significance of starting the right job and reflecting his point of view, was quite valuable for us. ” Hey, new graduates!”, it’s our hope that you will have an opportunity to find your dream job as Selim in this story. ” Hey, individuals who already start working and show progress in their career!”, we wish that you refresh your memory and also put a smile on your face by looking back at your first job application and the recruitment process.
“Enjoy the article!”
Thanks Sinan!
sHR. Notu: sHR. ailesine yeni katılan stajyerimiz Sinan Reis, sHR’ın “doğru işe doğru insan” mottosuna, bir haftalık staj deneyimlerinden ve bizim iş ortamımızdaki gözlemlerinden yola çıkarak bu sıcak ve akıcı hikayesinde vurgu yapmıştır. sHR. olarak, kalıplara bağlı kalmadan, “küçük-büyük”, “deneyimli-deneyimsiz” demeden herkesin birbirini besleyeceğine ve geliştireceğine inanıyoruz. Bu nedenle Sinan’ın ağzından bu yazının kaleme alınması, doğru işe başlamanın öneminin vurgulanması ve onun bakış açısının yansıtılması bizim için oldukça önemlidiydi. “Yeni mezunlar!”, umarız sizler de bu hikayedeki Selim gibi istediğiniz ve sizi heyecanlandıran işte başlama fırsatı bulursunuz. “Çoktan çalışmaya başlamış, kariyerinde ilerlemiş kişiler!”, dileriz sizler de bu yazıyı okurken ilk işiniz için yaptığınız başvuruları ve süreçleri hatırlayıp anılarınızı tazelersiniz. “Keyifli okumalar!”
Yüreğine, kalemine sağlık Sinan!
“Oldukça mutluyum, keyfim yerinde” demişti Cenk; üniversiteden en yakın arkadaşı olan Selim’e. Bu iki dost, o akşam en sevdikleri kafeye Cenk’in yeni ve ilk işini kutlamaya gelmişlerdi.
4 ay önce üniversiteden mezun olmuşlardı. Üniversitenin son aylarından itibaren de kariyerlerine başlayacakları işi arıyorlardı. Ve işte, beklenen an gelmiş; içlerinden biri yani Cenk işe kabul edilmişti. “Ne iş olsa yaparım abi!” anlayışını benimsemiş birisiydi Cenk. Baktığı iş ilanlarında, aranılan pozisyondan çok şirketin ismine, imajına kısacası etiketine bakıyordu. Yaptığı iş görüşmelerinde de çalışmak istediği alan olup olmamasının bir önemi olmaksızın kendisine sorulan sorulara, özgüveni yüksek bir şekilde, tam da karşı tarafın istediği cevapları verebiliyordu. Sonunda saygınlığını kendince uygun gördüğü bir firmada pazarlama departmanında işe alınmıştı. Aslında bu zamana kadar satış departmanında staj yapmıştı. Hem tecrübesi vardı hem de bu alanda çalışmayı çok seviyordu. Ancak, dedik ya, her işi yapabileceğini düşünüyordu. Yeter ki adı sanı bilinen bir kurum olsun.
“Vazgeç bu sevdadan Selim” dedi Cenk içeceğini büyük bir keyifle yudumlarken. “Tutturdun belli bir departman diye. Oğlum biz dolu, potansiyeli yüksek adamlarız, elimizden her iş gelir.” Selim, bu cümlenin pek üstünde durmadı; tebessüm ederek geçiştirdi.
Çünkü öyle düşünmüyordu Selim. Staj yaparak deneyimlediği ve sevdiği departmanda işe başlamalıydı. Cenk’in aksine firmanın ismini veya itibarını ikinci planda tutuyordu. Hatta yaptığı online başvurulardan birinde yanlışlıkla başka departmanın ilanına başvurmuş ve bu durumu firma kendisini iş görüşmesi için aradığında fark etmişti. Firmaya durumu açıklamış, kendilerinden özür dilemiş ve görüşmeye gitmemişti. Evet, belki zaman geçiyordu, yaptığı iş görüşmelerinden bir umutla ayrılıp herhangi bir yanıt gelmediğinde hayal kırıklığına uğruyordu, en yakın arkadaşı onu diğer alanlara da yönlendirmeye çalışıyordu ama… İstediği alanda çalışmadıktan sonra bir işte olmanın ne anlamı vardı ki? Onun için başarı, herhangi bir işe kabul edilmekte değildi; kendine güvendiği, iyi olduğu bir işe kabul edilmekte ve orada üretkenliğini gösterebilmekteydi.
Cenk ‘in işe alınmasını kutladıkları günün ardından henüz 3 ay geçmişti ve bu ikili yine aynı kafede, aynı masada oturuyordu. Bir cumartesi akşamı buluşmuşlardı. Kısa süre geçmesine karşın hayatlarına birçok şey değişmişti. Artık Selim çok yoğundu. Geçen ay sonunda ilgilendiği bölümden iş teklifi gelmiş, çalışmaya başlamış, çalıştığı ortamı da beğenmiş ve işine dört elle sarılmıştı. Hafta içi geç saatlere kadar dışarıda kalması mümkün değildi. Cenk dertliydi. Derdini en yakın arkadaşına anlatıp biraz rahatlaması lazımdı. Bu yüzden cumartesi gününü iple çekmişti.
“İyi oldu bence böylesi” dedi Cenk. Hoş, dediğine kendi de inanmıyordu. Olanlardan çok etkilendiğini, onu iyi tanıyan Selim de anlıyordu. İşten ayrılmıştı Cenk. Daha doğrusu çalıştığı firma kendisiyle devam edemeyeceklerini aktarmışlardı.
İlk günler çok güzeldi. Cenk,hem yeni hem de ilk işine girmiş olmanın vermiş olduğu motivasyonla, özverili bir şekilde kendisine anlatılanları pür dikkat dinliyor, verilen görevleri eksiksiz yerine getirmeye çalışıyordu. Başaramayacağına dair herhangi bir endişesi yoktu. Fakat henüz ikinci haftası bittiğinde bu departmana ait pek fazla tecrübesi ve becerisi olmadığı ortaya çıktı. Elinden geleni yapmasına karşın firmanın kendisinden beklediği üretkenliği gösteremiyordu. Böylece, yöneticisinden ilk geri beslemesini almıştı. Bu geri beslemeden hemen sonra “acaba bu işe girerek yanlış mı yaptım?” düşüncesine kapılmış fakat kendini belli bir süre içerisinde toparlayıp, yapılan geri beslemenin ışığı doğrultusunda hareket etmeye çalışmıştı. Evet “çalışmıştı” kelimesini kullandım çünkü pek bir şey değişmiyordu. Çünkü bu işteki becerisi ve bu işe olan yatkınlığı geri beslemelerle düzeltilebilecek bir şey değildi. Yeni fikirler üretemiyor veya herhangi bir sorunla karşı karşıya kaldığında o sorunun üstesinden kolay kolay gelemiyor ve bu da açık bir şekilde gözlemlenebiliyordu. Ayrıca verilen görevleri, her ne kadar tüm istekliliğini ortaya koysa da, kendisine tanınan süreyi geçerek yapıyor, zaman baskısını üzerinde hissediyor ve bunu etrafındakilere de yansıtıyordu. Bu sebeplerden dolayı,yöneticisinden bir uyarı daha almıştı. Bu durum, belki de kendi performansı hakkında en iyi olarak söylenebilecek olan şeyi, yani özverili çalışmasını da etkilemişti. Özgüveni de azalmıştı. Artık zaten yaptığı işi de kendinden emin bir şekilde yapamıyordu. Emin olduğu tek bir şey vardı o da “bilmediği bir suda boşa kürek çektiği” idi. Ve beklenen son gelmiş, Cenk ile firmanın yolları ayrılmıştı.
“Doğru zamanı beklemekte haklıymışsın” dedi Cenk, Selim’e bakıp. Arkadaşı Selim, erkenci davranmamış, doğru zamanı ve doğru pozisyonu kollamış, şimdi de iş hayatını kendi hayatına tamamen entegre etmiş bir şekilde karşısında oturuyordu. Cenk içinse aceleci davranmak pahalıya mal olmuştu. Kariyerindeki ilk işi, kendisine kattıklarından çok kendisinden götürdükleri ile hatırlanacaktı. En azından paha biçilemez bir ders çıkarmıştı Cenk. Verimli olmak istiyorsa, üretkenliğini maksimum seviyede tutmak istiyorsa, becerisi olan doğru işi bulmalıydı. Kariyer basamaklarını ancak bu şekilde tırmanabilirdi.
Bu hikâyede bahsedilen karakterler gerçek değil ama etrafımızda Cenk ve Selim örneklerine uygun birçok kişi olduğu kesin. Bir işte verimli ve başarılı olmak istiyorsak, öncelikle kendimizi keşfetmeliyiz. Bu keşfetme süreciyle hangi alanlarda yetenekli olduğumuzu bilmeli, kendimizi iyi tanımalı ve o doğrultuda bir iş aramalıyız. Bulunduğumuz bölümde yeni fikirlerin peşinde koşmuyorsak, yapılan her şeyi kendimizi geliştirmek adına bir fırsat olarak görmüyorsak, gelişim için araştırmayı sürdürmüyorsak ve hatta sabah kalktığımızda ayaklarımız geri geri giderek işe gidiyorsak “bu işte bir yanlışlık var” diyebilmeliyiz. Becerilerimizle örtüşen bir işte ise doğru adımları atabiliyor olmanın vermiş olduğu güvenle başarıya ulaşma yolundaki hevesimiz ise günbegün katlanır. İş hayatında en önemli unsurlardan biri olan “verimlilik” in de en üst seviyeye ulaşması muhtemeldir.
Son olarak, Cemal Süreya’nın ünlü sözü “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” cümlesini bu yazıya göre değiştirecek olursak:
“ Meslek sahibi olmak üstüne ne düşünürsünüz bilmem ama başarının doğru işi bulmakla bir ilgisi olmalı.”
Çok güzel bir yazı! Gerçeklere tam bir cesaret ve dürüstlük ile bakmalı, ancak bu da yeterli değil, bir adım ötesindedir esas doyum; yani gereken, ihtiyaç duyulan radikal eylemlere de geçmeli. Keyifle okudum, kaleminize sağlık. Cemal Süreya da süper olmuş 😉
Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederiz!
Özellikle içimizdeki en gencimizin kısa sürede bu derece güçlü gözlemler yapıp, çıkardığı sonuçları böylesine netlik ve akıcılıkla kaleme alması sHR. olarak bizi hem mutlu etti hem de gururlandırdı.
Demek ki staj programımız amacına ulaşmış 🙂
Merhaba,
Yazıyı okudum. Güzel ele alınmış. Avrupa’da yaşayanlar için geçerli, Türkiye için ise biraz uzak bir felsefe. Çünkü Türkiye’de mezun insanların uygun işi bekleme ya da gelen bir teklifi reddetme gibi bir lüksü yok. Ayrıca staj esnasında sevdiği işi keşfedemediyse bu keşiflerini iş hayatında yapmak zorunda kalacaktır ki, belli bir süre bir departmanda çalıştıktan sonra diğerine geçmek son dere zordur.
Bu sebeple Türkiye’de Selim’lerin sayısı ne yazık ki çok azdır.
Saygılarımla
Eren Yağan
Merhaba Eren Bey,
Türkiye’deki is koşulları ve standartlarının henüz Avrupa’daki gibi düzenli bir ortam yaratmadığı sizin de belirtmiş olduğunuz gibi acı bir gerçektir. Her geçen gün bu ortamın, ülkemizde daha iyi bir hale gelmesini ümit ediyor ve bu sayede Selim’lerin de artmasını diliyoruz. Çünkü birey, severek yaptığı bir işte veya bir ortamda hem daha verimli hem de daha mutlu olur.
Bu değerli ve güzel yorumunuz için çok teşekkür ederiz.